• Ana Sayfa
  • /
  • Hukuk Haberleri
  • /
  • “Memleketimden Adalet Manzaraları”: Saraçhane Mitingi’ndeki Gazetecilerin Tutuklanması

“Memleketimden Adalet Manzaraları”: Saraçhane Mitingi’ndeki Gazetecilerin Tutuklanması

Size CHP’nin cumhurbaşkanı adayı Ekrem İmamoğlu’nun diplomasının iptali ve ardından somut delilden azade gizli tanık beyanlarıyla tutuklanmasıyla gerçekleştirilen hukuka aykırılıklara özel bir örnek vermek istiyorum: Saraçhane mitinglerini takip eden gazetecilerin tutuklanması. Tutuklanmalarının yanında nadiren göreceğiniz bir hukuksuzluğun özneleri oldular.

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı önünde Saraçhane’de miting ve eylemleri izleyen gazeteciler Yasin Akgül, Kurtuluş Arı, Ali Onur Tosun, Gökhan Kam, Zeynep Kuray, Hayri Tunç ve Bülent Kılıç 24 Mart’ta ikametlerinden gözaltına alındılar.

İstisnasız tüm gazetecilerin gözaltına alınmalarına delil olarak sunulan tek şey, ellerindeki kameraların gözükmemesi için özel çaba sarf edilerek çekildiği belli olan fotoğraflardı. Kendilerine yöneltilen suçlamaysa “Kanuna aykırı toplantı veya gösteri yürüyüşlerine katılıp ihtara ve zor kullanmaya rağmen dağılmamakta ısrar” olarak kendisine yer bulan 2911 sayılı kanunun 32/1 maddesi.

Özet bir şekilde açıklamak gerekir ki Saraçhane mitinglerinin sadece ve sadece valiliğin bir kararına dayanılarak kanuna aykırı olarak değerlendiriliyor İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı ve sulh ceza hakimlikleri tarafından. Valiye anayasanın dolayısıyla meclisin üstünde değer veriliyor anlayacağınız. Sonuçta aslında ortada ne kanuna aykırı bir eylem var ne bu eyleme katılan gazeteciler, ne ihtar var ne de bu ihtara direnme.

Gazetecilerin gözaltına alınmalarının nedeninin hukuki bir açıklaması olmadığı en baştan belliydi yani. O yüzden gazetecilerin birçoğuna 25 Mart salı günü öğleden önce adli kontrol hükümleriyle serbest kalacakları söylendiğinde bu kararı şaşkınlıkla karşıladılar. Miting alanında gazetecilik görevini ifa ederek haber takibi yapmalarının dışında yaptıkları hiçbir şey yoktu.

Biz avukatlara da Çağlayan’da bulunan İstanbul Adliyesi’nde İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nden getirilen 73 kişiden içlerinde gazetecilerin çoğunluğunun da bulunduğu 60 kişinin adli kontrol hükümleriyle serbest kalacakları söylendi. İsimleri de verdiler bize, serbest kalacakların ailelerine haber verdik. Kalan 13 kişinin durumu da belli değildi. Adli kontrol talebiyle mahkemeye sevk edilebilecekleri gibi tutuklanmaları da istenebilirdi, karar bildirilecekti. Biz de bir avukatın bütün meslek yaşamı boyunca yaptığı gibi beklemeye devam ettik.

Bir saat geçti, iki saat geçti karar yok. Bu süre içerisinde adli kontrolle serbest bırakılacak 60 kişiye bu durumun bildirildiğini de öğrendik daha sonra.

Ne olduysa bu bir iki saatlik süreçte oldu. 10 yıllık meslek hayatımda -hatırladığım kadarıyla- hiç şahit olmadığım bir gelişme oldu. Savcı verdiği talimatı değiştirmiş ve hiç kimsenin ifadesini almadan herkesi tutuklamaya sevk etmişti. Oradaki birçok avukat şimdiye kadar çeşit çeşit hukuksuzluklara şahit olduk ama böylesine kaçımız şahit olmuşuzdur bilemiyorum. En azından benim ilkti. Adliyenin dışında yakınlarını bekleyen ailelere haber gitti, bunu nasıl karşıladılar bilemiyorum.

Çok uzatmayacağım, gazetecilerin de içinde bulunduğu 66 kişi tutuklandı, 6 kişiye ev hapsi verildi. 1 kişi de serbest kaldı. Sulh ceza hakimleri keyfi bir biçimde onlarca kişiyi tutukladı. Bazı sulh ceza hakimleri tutuklamaya sevk edilen herkesi, ev hapsi bile vermeden, tutuklamıştı. Hukuken izahı olmayan bir durum.

Tutukluluk kararlarına itirazları yapmaya başladık. Bir meslektaşımla ben beraber ifadesine girdiğimiz gazeteci arkadaşın tutukluluğuna itiraz dilekçesini bir gün sonra yani 26 Mart’ta gönderdik. Memleketimden adalet manzarası burada bitmedi. Hatta ilginçleşti.

26 Mart’ta “atanamayan” Adalet Bakanı Yılmaz Tunç oldukça ilginç bir açıklama yaptı. İstanbul’da bazı gazetecilerin tutuklandığının belirtilmesi üzerine “Gazetecilerin tutuklanmasını hiç kimse istemez.” diyen Tunç, devamında “Bahsedilen gazetecilerle ilgili olarak durumlarını soralım, araştıralım, gazetecilerin mağduriyeti söz konusu olmasın. ‘Gazeteciyim’ diyerek şiddet eylemlerine karışmış, provokasyona yönelik girişim olmuşsa o da doğru değil. O zaman gazetecilik faaliyeti olmaz.” dedi.

Evleri basılarak gözaltına alınan gazeteciler hakkında hiçbir araştırma yapılmadığını kabul etmeleri bir yana, karakoldaki ifadelerde ve sulh ceza hakimliğindeki sorguda kanıtlarıyla bunu ortaya koymamız da kendilerine yetmemiş anlaşılan (Yukarıda belirttiğim üzere savcı ifade almaya gerek bile görmemişti zaten). Gazetecileri tutukladıktan sonra araştırmaya karar vermişler anlayacağınız. Peki sonra ne mi oldu?

7 gazeteci serbest bırakıldı. Karar bize tebliğ edilmedi ama İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nın, re’sen yani kendiliğinden tahliye kararı verdiği söylendi. Daha önce sulh ceza hakimliğine gönderilmeden savcılığın kendisinin serbest bırakmasını istediğim çok müvekkilim olmuştu. Savcılık, tahliye olması gerektiğini düşünse bile dosyayı hep sulh ceza hakimliğine göndermişti. Ama bu sefer savcılık buna bile gerek duymamıştı.

Merak edenler için belirteyim ki Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 103/2. maddesine göre “Soruşturma evresinde Cumhuriyet savcısı adlî kontrol veya tutuklamanın artık gereksiz olduğu kanısına varacak olursa” tutukladığı kişinin tahliyesine doğrudan karar verebiliyor. 25 Mart’ta tutuklanmasını istediği kişilerin 27 Mart’ta “nedense” tutuklamanın artık gereksiz olduğu kanısına varmıştı.

Bağımsız ve tarafsız hakimler ile tarafsız savcılara ne oldu, ne yaşandı da bunlar yaşandı? Kısa zamanda öğrenme imkanımız yok. Uzun bir zaman sonra öğrenebilir miyiz, göreceğiz. Ama ben en azından unutmamak için yazıp, unutturmamak için de dikkatinize sunuyorum bu memletimden adalet manzarasını.

saraçhane mitingi