Bir Garip 2023 Seçim Değerlendirmesi

21. yüzyılın ilk çeyreğini neredeyse bitirmek üzereyiz. 21. yüzyıla girerken insanlar Türkiye’de olduğu gibi muhtemelen tüm dünyada daha güzel bir dünya umudu taşıyordu. Ama 9 Eylül 2001’de “İslamcı terör örgütü” El Kaide’nin Amerika Birleşik Devletleri’ne (ABD) yönelik saldırıları tüm dünyayı çok büyük bir şekilde etkiledi, Türkiye’yi de tabi.

Aslında yazıya böyle giriş yapmayacaktım ama başladık madem devam edelim. Tüm dünyanın gözünü İslamiyet’e çevirdiği bu saldırılardan 1 yıl sonra Türkiye tarihini çok büyük bir şekilde etkileyen bir gelişme yaşandı. “Milli Görüş” geleneğinden gelen ancak “o elbiseyi çıkardıklarını” söyleyen Recep Tayyip Erdoğan liderliğinde İslamcı bir parti olan Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP), 3 Kasım 2002’de yapılan genel seçimlerde, darbecilerin getirdiği %10 barajının büyük bir yardımıyla, oyların %34,3’ünü alarak meclis üye sayısının %66’sını elde etti. AKP o zamandan bu yana tam 21 yıldan beri Türkiye’yi sonunda totaliterliğe uzanan bir şekilde alan buldukça etkisini arttıracak şekilde yönetti. Ve ilk kez iktidarı kaybetmeye oldukça yakın.

Faşizmle popülizm arasında salınan AKP, seçimlere her popülist yönetim kadar büyük önem veriyor ve meşruluğunu ona dayandırıyor. Belirtmek gerekir ki her ne kadar AKP sürekli olarak sandıkları işaret etse de söz konusu Kürtler olunca bunların tam aksine hareket etmekte hiç beis görmüyor. Neredeyse kimse buna karşı çıkmıyor. Aldığı oy ve çıkardığı milletvekili olarak Türkiye’nin en büyük 3. partisi olan Halkların Demokratik Partisi’nin (HDP) eşbaşkanları, birçok yöneticisi ve binlerce üyesi Erdoğan’ın çıkarına ters düştüğü için yıllardan beri tutsak durumdayken, yerel seçimlerde seçtikleri belediye başkanlarının yerine kayyumlar atanmışken Kürt oldukları için onlara yapılanlar görmezden gelinmeye devam ediliyor. “Kürt anasını görmesin” kıssasını aklımızda tutmakla birlikte belirttiğim üzere AKP için kendi meşruluğunun temel direği seçimler. Ve AKP her ne kadar ciddi anketlerde dahi %30’ların üstünde oy almaya ve birinci parti olmaya devam ederken kendilerinin eseri olan “Türk tipi cumhurbaşkanlığı sistemi” nedeniyle iktidarı seçimle kaybedebilir.

AKP’nin kurallarını kendi koyduğu seçimi kaybetmesi durumunda bunu ne kadar kabulleneceği oldukça müphem. Belediye seçimlerinde İstanbul’u Ekrem İmamoğlu’na kaybetmelerini hazmedemedikleri için saçma sapan bir karar sonucunda seçimler tekrar edilmişti. AKP tekrar seçimi kazanacağını düşünmese böyle bir işe girişmezdi tabi ama oyunları ters tepmiş ve tekrar seçimi yüksek bir farkla kaybetmişlerdi. O yüzden seçimi tekrar ettirmeye mi çalışırlar, yoksa koltuktan inmemekte ısrar mı ederler bir şey söylemek papatya falı bakmak anlamına geliyor. Ama ne olursa olsun seçimi kaybetmesi durumunda AKP’nin geriletilmiş olduğu yadsınamaz bir gerçek olarak önümüzde duruyor.

Türkiye gerçekten çok garip bir ülke. Her türlü görüş dolaşıma sokuluyor ve alıcısını bulabiliyor. Örneğin AKP-MHP koalisyonunu faşizm olarak adlandıran sosyalist bir siyasi örgütlenme, bu koalisyonun en net şekilde geriletilebileceği cumhurbaşkanlığı seçimlerinde boykot çağrısı yaparken faşizme karşı meclis seçimlerinde oy kullanma çağrısı yapıyor hatta milletvekili adayı gösterebiliyor. Seçimi bir bütün olarak boykot eden sosyalist örgütler de var. Faşizm seçimle gitmez, doğru. Peki diyelim AKP bu seçimi kaybetti ve sonuçları kabul ederek koltukları bıraktı. O zaman yıllardan beri sürdürdükleri faşizm teorisi ne olacak? AKP yıllarca söylenegeldiği üzere “faşist” olmaktan mı çıkacak? O zaman bu nasıl teori? Ülke öyle bir halde ki AKP gerçekten sonuçları kabullenip iktidarı bıraksa “Sen faşistsin, böyle bırakıp gidemezsin.” diyebilecek oldukça yüksek sayıda insan var. Örneğin İberya Devrimi, nam-ı diğer İspanya İç Savaşı, öncesinde anarşistlerin istisna olarak dahi olsa referandum gibi bir seçimde sonuçları etkileyecek zamanda oy vermesine ve yine de “anarşistliğin düşmemesi”ne rağmen bazı anarşistler hala ezberden hareket edip anarşist oy kullanmaz diye konuşabiliyor. Bir anarşistin oy kullanmaması ya da bir parlamentoya mesafeli bir sosyalistin seçimleri boykot etmesi oldukça normal bir durum ve hiçbir sıkıntı yok, sıkıntı bunun gerekçelendirilmesinde.

Türkiye’de garipliği yaratan birçok farklı durum var. Biliyorsunuz AKP-MHP koalisyonu kendileri için en uygun olanı ittifak sistemini değiştirerek daha fazla milletvekili çıkarmak için seçim mevzuatında değişiklikler yapmıştı. İttifaklar artık sadece baraj sorununu aşarken önemli. Bu yüzden Millet İttifakı’nda yer alan ve muhafazakarlığıyla öne çıkan 4 parti kendi arasında birlik olamayınca CHP listelerinden seçime girmeye karar verdiler. Yani Saadet Partisi, yıllardan beri sürekli olarak her kötülüğün sebebi olarak gördüğü ve gösterdiği CHP listelerinden seçime giriyor sonuç olarak. Ama Millet İttifakı’na göre tek listeyle seçime girmesi beklenen Emek ve Özgürlük İttifakı’nı oluşturan partilerden biri olan Türkiye İşçi Partisi, 4 milletvekilinden 3’ü eskiden HDP milletvekili olmasına rağmen Yeşil Sol Parti listesinden seçime girmek yerine parti olarak seçime girmeyi tercih ediyor (Yıllar sonra dönüp bu cümleyi okuyan olacak mı bilmiyorum ama HDP hakkındaki kapatma davası devam ettiği için HDP’nin seçime Yeşil Sol Parti dayanışmasıyla girdiğini ekleyeyim. Seçim, herkes için demokratik değil). TİP seçimde oy kullanacak olan seçmenleri, TİP’in olmadığı meclisin büyük bir risk olduğunu söyleyerek ikna etmeye çalışırken Yeşil Sol Parti listesinden seçime girmedikleri için bu riski kendilerinin yarattığını unutuyor. Ve seçim öncesi propaganda yaparken özellikle sosyal medyada ilkeleriyle propaganda yapmak yerine CHP listelerinden aday gösterilen diğer Millet İttifakı üyelerini göstererek propaganda yapmaları da oldukça düşündürücü. Belirtmem gerekir ki bana göre TİP, Türkiye için oldukça önemli bir boşluğu doldurabilecek bir parti ama şu ana kadar bu yönde beklentileri çok yükseltse de maalesef aynı oranda umut verdiğini söyleyemeyiz. İttifak siyaseti ve bu siyasetin düzgün bir şekilde yürütülememesi, bunun başlıca sebebi.

Cumhurbaşkanlığı seçiminin oldukça önemli bir başka boyutu var. Bilindiği üzere Osmanlı’dan bu yana Türkiye tarihi birçok katliamla, pogromla, soykırımla dolu. Aleviler de Osmanlı’dan bu yana birçok soykırıma ve katliama uğradı. Modern zamanlarda bu, Dersim Soykırımı’na kadar ulaştı. Yakın tarihte özellikle Maraş, Çorum ve Sivas’ta pogromlara uğradılar. Ve ilk kez Alevi olan bir kişinin cumhurbaşkanı olma ihtimali oldukça yüksek. AKP’nin yıllardan beri getirdiği aşırı milliyetçi, aşırı dinci sonuç olarak aşırı düşmanlaştırıcı söylemlerin sonucunda, her ne kadar milliyetçi de olsa, kendisini sosyal demokrat olarak tanımlayan bir Alevi’nin cumhurbaşkanı olma ihtimali toplumsal barış adına geleceğe yönelik karanlık tabloyu biraz olsun dağıtıyor.

Kemal Kılıçdaroğlu’nun cumhurbaşkanı olmasının geleceğe yönelik karanlık tabloyu dağıtmasının nedeni, her yaptığı işin mükemmel olmasından dolayı değil. Dokunulmazlıkların kaldırılarak HDP’li birçok ismin yıllardan beri tutsak edilmesinin baş müsebbiplerinden birisi kendisi. “Anayasaya aykırı ama evet” denilen bir düzenlemeden bir hayır çıkmayacağı açıktı. Türkiye gibi herkesin birbirine düşman gözüyle baktığı bir ülkede Kılıçdaroğlu gibi birisinin cumhurbaşkanı olabiliyor olması, Türkiye’ye dair kalan son umutları ayakta tutuyor. Yani cehennemin kapılarının kapatılması metaforunu düşündüğümüzde bu kapıyı kapatabilecek en elverişli isim gibi duruyor güncel durumda. Ayrıca seçim kampanyasının beklentilerinin üzerindeki bir seviyede başarılı gitmesi ve düşmanlaştırıcı söylemlerden uzak durması takdire şayan. İktidar tarafından Kemal Kılıçdaroğlu’nun bile terörist olarak meydanlara yuhalatıldığını düşündüğümüzde binlerce insanın seçim sonucuna göre yurt dışı planları yapması zaten normal hale geliyor.

Bir sosyal demokrat açısından dahi seçimler hiçbir zaman hiçbir meseleyi çözemez, çözümün yolunu açabilir. Bu gerçeğe rağmen manipülasyondan en çok şikayet edenler bile manipülasyon yaparak sanki her şeyin çok güzel olacağını söylediğimizi iddia ederek bunun üzerinden siyaset kurabiliyor. Gerçekten çok garip bir ülkede yaşıyoruz. Düzen partileri bir yana bu seçimde önümüze Yeşil Sol Parti olarak çıkmak zorunda kalsa da HDP’ye uzanan politik serüvende Kürtlerin tüm baskılara ve düşmanlaştırmalara rağmen parlamento aracılığıyla bir değişim yaratabildiğini gördüğümüz koşullarda seçimlerin önemsiz olduğundan, insanların hayatını değiştirmediğinden bahsedemeyiz.

Cennetin kapılarının açılması mümkün mü? Cehennemin kapıları kapatılabilirse seçimden sonraki en önemli gündem maddesi bu olacak. Değil cennetin kapılarının açılması, aralanmasının dahi mümkün olmaması durumunda cehennemin kapılarının kapalı kalacağının garantisi yok. O yüzden asıl seçim, 21 yıllık AKP totaliter yönetiminden kurtulduktan sonra başlıyor. Kurtulamazsak seçimden de bahsedemeyeceğiz.